Tekâsür sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 8 âyettir. İsmini birinci âyette geçen ve “çoklukla övünmek” mânasına gelen اَلتَّكَاثُرُ (tekâsür) kelimesinden alır. اَلْهٰيكُمْ (Elhâküm) ve اَلْمَقْبُورَةُ (Makbûre) isimleriyle de anılır. Mushaf tertîbine göre 102, iniş sırasına göre ise 16. sûredir.
Dünya tutkusunun, mal ve evlat çokluğu ile övünmenin kötülüğü bildirilir. Bu tür davranışların insanı ebedî felâkete uğratacağı hatırlatılır. Resûlullah (s.a.s.) bir gün Tekâsür sûresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: “Âdem oğlu malım malım deyip duruyor. Ey Âdem oğlu! Yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere gönderdiğinden başka malın var mı ki?” (Müslim, Zühd 3-4; Tirmizî, Zühd 31)
Mushaftaki sıralamada yüz ikinci, iniş sırasına göre on altıncı sûredir. Kevser sûresinden sonra, Mâûn sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (bk. Buhârî, “Rikåk” 10; Şevkânî, V, 575).
1. Mal, evlat ve akraba çokluğu ile övünmek sizi öyle aldatıp oyaladı ki,
2. Nihâyet kabirleri ziyâret ettiniz.
3. Hayır! Böyle yapmayın! Yakında bileceksiniz.
4. Hayır! Hayır! Elbette yakında bileceksiniz.
5. Hayır! Eğer gerçeği kesin bir bilgiyle bilseydiniz böyle yapmaya cür’et edemezdiniz!
Birinci âyette yer alan اَلإلْهَاءُ
(ilhâ’), oyalamak, gaflete düşürmek, faydasız şeylerle uğraştırarak asıl
yapılması gereken işlerden alıkoymaktır.
اَلتَّكَاثُرُ (tekâsür)’ün ise üç mânası vardır:
› İnsanın çok şey elde etmek için çalışmasıdır.
› İnsanların bolluk elde etmek için birbirleriyle yarışması ve birbirinin
üzerine çıkmaya çaba göstermesidir.
› Çokluk ve bolluk sebebiyle insanların birbirlerine kibirli
davranmalarıdır.
Allah’ın rızâsına uygun olması şartıyla birinci mânada
“tekâsür” yasaklanmamıştır. İkinci ve üçüncü mânada olanların yasaklandığı
anlaşılmaktadır. Bunları değerlendirdiğimiz zaman âyette kötülenen “tekâsür”,
sırf dünyevî düşüncelerle evlat, mal, servet ve saire gibi çokluğu ile
övünülebilen şeyleri aşırı bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girmek;
bunların dinî ve uhrevî mesuliyetini hiç hesaba katmadan, helâl haram ayırımı
yapmadan kendini daha çok kazanma hırsına kaptırmak; bununla başkalarına karşı
böbürlenmektir.
“Nihâyet kabirleri ziyaret ettiniz” (Tekâsür 102/2) âyetine şu üç mâna verilebilir:
Birincisi; siz ölünceye kadar mal ve evlat çoğaltmakla
oyalandınız. Buna göre “kabirleri ziyaret etmek”, “ölüp kabre gömülmek”
demektir. Nitekim Şakîk-i Belhî (k.s.), bir mezarlığın kenarından geçerken
ibretle bakar ve yanındakilere:
“–Buradakilerin çoğu dünyada iken aldandıklarının
farkına vardılar...” der.
“–Niçin?” diye sorduklarında ise:
“–Onlar hayattayken malım var, mülküm var, evim var,
bineğim var, akrabam var, bağım-bahçem var zannetmezler miydi? Ama şimdi siz de
görüyorsunuz ki öyle değilmiş!..” diye cevap verir.
İknicisi; “Kabirleri ziyaret etmek”, kabirlerdeki
ölüleri anmak, onların çokluğu ile bile övünmektir. Yani çoklukla övünme sizi o
kadar oyaladı ki, ölüleri sayıp onlarla övünecek derecede aşırı gittiniz.
Üçüncüsü; “Kabirleri ziyaret ettiniz” demek, “fiilen
kabirlere gittiniz” demektir. Nitekim bazı kimseler kabirlere gider, erkek
akrabalarının kabirlerini göstererek, “İşte şu şu kabir bizimdir” demek
suretiyle onlarla övünürlerdi.
Bu davranışlar Allah’ı tanımamanın ve âhirete
inanmamanın bir neticesidir. İnsan yaptığının yanlış ve bunun âhirette
hesabının zor olacağını “yakinî, kesin bir bilgiyle” bilse, aslâ böyle hatalara
cür’et edemez. Bunları hemen terk eder.
عِلْمُ الْيَق۪ينِ (ilmu’l-yakîn), “kesinlikle doğru olan aklî ve naklî delillerin ifade
ettiği bilgi; gerçeğe tam uygun olan ve içinde en küçük bir şüphenin bulunmadığı
bilgi” demektir. Allah, âhiret, hesap, cennet ve cehennem hakkında böyle bir
bilgi, insanı elbette tüm yanlış hal ve hareketlerden uzaklaştıracak ve onu İslâm
çerçevesinde güzel bir kulluk hayatına yönlendirecektir.
Gerçek şu ki:
6. Siz, o kızgın alevli cehenemi mutlaka göreceksiniz.
7. Sonra elbette siz onu, gözünüzle ayan beyân göreceksiniz.
Cenâb-ı Hak, kesin olarak bilmemiz gereken hususlara
misal verir. Bunların başında cehennem gelir. Cehennem gerçektir. Şu an bile
alev alev yanıp durmakta, suçluların içine atılacağı vakti beklemektedir.
İnsanlar kıyamet günü diriltildikleri zaman cehennemi mutlaka göreceklerdir.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Ey insanlar! Sizden cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu,
Rabbinin kesinleşmiş bir hükmüdür.” (Meryem 19/71) Demek bu görme, cehennemin yanına varma esnâsında
olan görmedir. Sonra da müstahak olanlar içine atılarak
onu “ayne’l-yakîn” olarak, yani gözleriyle ayan beyân göreceklerdir.
“Ayne’l-yakîn”, gözle görerek elde edilen ve doğruluğu apaçık olan bilgi
demektir. Burada hakke’l-yakîn mânasında kullanılmıştır. Dolayısıyla bunda
bilen, biliş ve bilinen; gören, görüş ve görünen hep aynı şey olarak birleşmiş
olur. Böyle biliş ve görüş de, Allah muhafaza buyursun, ancak o cehenneme
girmekle gerçekleşir.
Şüphesiz bu durum, mahşer yerinde yapılacak çok
ince, hassas ve dehşetli bir sorgunun ardından vuku bulacaktır:
8. O gün, bütün nimetlerden kesinlikle hesâba çekileceksiniz!
Âhiret hesap ve ceza günüdür. O gün insanlar, dünyada
kendilerine ihsan edilen bütün nimetlerden sorguya çekileceklerdir. اَلنَّع۪يمُ
(naîm), lezzet alınan her türlü nimet demektir. Hayat, sağlık, âfiyet,
emniyet, giyecek, yiyecek ve içecekler, hatta bir yudum su bile nimettir.
Rivayete göre, “O gün, bütün nimetlerden
kesinlikle hesaba çekileceksiniz!” (Tekâsür 102/8) âyeti nâzil olunca
insanlar:
“- Ey Allah’ın Resülü! Bize hangi nimetlerden
sorulacak? Bizim sahip olduğumuz şu iki kara şey; hurma ve sudur. Düşman yanı
başımızda, kılıçlarımız omuzlarımızda, öylece darlık içinde bekleyip duruyoruz”
diye sordular. Peygamberimiz (s.a.s.):
“- Şüphesiz bunlardan da sorguya
çekileceksiniz” buyurdu. (Tirmizî, Tefsir 102)
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Kıyamet gününde kula ilk sorulacak şey:
«Biz sana sağlıklı bir beden vermedik mi? Biz sana doyasıya soğuk su içirmedik
mi?» sorusu olacaktır.” (Tirmizî, Tefsir 102/5)
Resûlullah (s.a.s.) yine buyurur:
“Hiçbir kul, kıyâmet gününde, ömrünü
nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp
nerede harcadığından, vücûdunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu
yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyâmet 1)
Bütün bunlardan maksat, hem istikbalde
karşılaşacağımız gerçekleri haber vermek hem de insanları fani sevdâlardan
kurtarıp iman, sâlih amel, güzel ahlâk ve her türlü hayr ü hasenâta
yönlendirmektir. Onları, fırsat geçmeden Kur’an ve sünnete uymaya çağırmaktır.
Nitekim şimdi gelmekte olan Asr sûresi de, bu hususu son derece tesirli bir
üslupla ele alacaktır:
Kur’an’da şöyle buyrulur: يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ “Ey zindan arkadaşlarım! ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِن ...
İbrahim Sûresi 38-41. Ayet Tefsiri 38. “Rabbimiz! Hiç şüphesiz sen, bizim gizlediğimizi de bilirsin, açığa vurduğumuzu da. Çünkü yerde olsu ...
Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (v ...
“Ey iman edenler! Sizden biriniz dinden dönerse, şunu iyi bilsin ki, Allah o şahsın yerine, kendisinin sevdiği ve kendisini seven insanlar getirir. ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰ ...