Nâs sûresi Mekke’de inmiştir. 6 âyettir. Kur’ân-ı Kerîm bu sûre ile sona ermektedir. İsmini, 4. âyet hâriç, âyetlerinin sonlarında tekrarlanan ve “insanlar” mânasına gelen اَلنَّاسُ (nâs) kelimesinden almıştır. Mushaf tertibine göre 114, nüzûl sırasına göre 21. sûredir.
Ele aldığı tek konu, şeytanın şerrinden Allah’a sığınmaktır. Önceki Felak sûresinde insanın beden ve ruhu üzerinde menfi yönde tesir eden hâricî sebepler ele alınmış ve bunlardan Allah’a sığınma emredilmişti. Bu sûrede ise daha çok kalbe ve ruha olumsuz olarak tesir eden, insanın iç âleminde vesvese ve şüphe fırtınası koparan cin ve insan şeytanlarının telkin ve fısıltılarından Allah’a sığınma yolları gösterilir.
Mushaftaki sıralamada yüz ondördüncü ve son, iniş sırasına göre yirmi birinci sûredir. Felak sûresinden sonra, İhlâs sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Felak sûresinin Medine’de indiğini söyleyenler Nâs sûresi için de aynı şeyi söylemişlerdir (bk. Şevkânî, V, 620; İbn Âşûr, XXX,631).
1. De ki: “Sığınırım insanların Rabbine”,
2. “İnsanların mutlak Hükümdârı’na”,
3. “İnsanların ilâhına”:
“İnsanların Rabbi”; onları yaratan, besleyen, büyüten, koruyan, terbiye eden
Allah’tır. “İnsanlarım meliki”; onların sahibi, hükümdarı, işlerini
idâre eden, insanlığın selâmet ve saadetini temin edecek olan hükümleri koyan
Allah’tır. “İnsanların ilâhı”; onların ma’budu, ilâhlık ve mabutluk
sıfatlarına sahip olan ve kendinden başka gerçek mânada bu sıfatlara kimsenin
sahip olmadığı Allah’tır. Rab, Melik ve İlah isimlerinin bu şekilde peş peşe
gelmesi pek mânidârdır. Çünkü insan, bünyesinde cereyan eden beslenme, büyüme
ve gelişme gerçeğini görerek önce kendisinin bir Rabbi olduğunu anlar. Sonra
düşündüğünde bu Rabbin, yarattıklarında tasarruf etmekte ve onlardan zengin
olduğunu, dolayısıyla onların gerçek sahibi ve mâliki olduğunu anlar. Sonra
biraz daha düşündüğünde bu Mâlikin, ibâdete layık olduğunu anlar. Çünkü ibâdet
ancak, hiç kimseye muhtaç olmayan ve başkalarının hepsi kendisine muhtaç olan
kimseye yapılır. İşte bu sûrede insana, şeytanın şerrinden bu sıfatların sahibi
olan Allah’a sığınması emredilmektedir:
4. “O sinsi şeytanın üflemelerinin şerrinden”,
Sûrede
şeytan ismi açıkça zikredilmez; fakat iki mühim vasfı zikredilerek o
kastedilir. Bunlar “vesvâs” ve “hannâs”tır. اَلْوَسْوَاسُ (vesvâs), çok çok vesvese veren, bütün
özelliği vesvese vermek olan, hatta vesvesenin ta kendisi olan şeytandır.
“Vesvese” ise gizli bir sesle, fısıltı ile kalbe kötü düşünceler aşılamak ve
bir işi yapmaya tahrik etmektir. اَلْخَنَّاسُ (hannâs) da âdeti sinmek olan, geri
çekilen, kötülüğe sürüklemek için insanı sinsice ardından izleyip fırsat
kollayan, döne döne vesvese veren demektir. İnsan Rabbini zikredince geri
çekilir. Rabbinden gafil olunca da hemen ona vesvese verir.
İnsana
vesvese veren, onu aldatmaya ve saptırmaya çalışan iki grup şeytan vardır.
Bunların biri cinlerden, diğeri de insanlardandır. Nitekim: “İşte biz her
peygamberin karşısında insan ve cin şeytanlarından oluşan bir düşman şebeke var
etmişizdir. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldayıp
dururlar” (En‘âm 6/112) âyeti de insan ve cin şeytanlarının, yaldızlı
sözlerle insanları aldatmaya çalıştıklarını haber verir. Resûlullah (s.a.s.) de
Ebu Zer (r.a.)’a, “Cin ve insan şeytanlarından Allah’a sığınmasını emretmiş
ve akabinde de cinlerden olduğu gibi insanlardan da şeytanlar olduğunu”
söylemiştir. (Nesâî, İstiâze 48)
Muhammed
Verrâk (k.s.), insanın nasıl şeytanlaştığını şöyle anlatır:
“Nefis,
hevâ, yani kötü arzular insanın tabiatına galip gelince kalp kararır. Kalp
kararınca göğüs daralır. Göğüs daralınca huy kötüleşir. Huyu kötü olanı kimse
sevmez. Sevilmediğini anlayan kimse ise sevmeyenlere ezâ vermeye başlar.
Böylesi artık mânen insan değildir. Zâhirde insan kılığına girmiş bir
şeytandır.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 307)
Şeytanın
vesvesesi çeşitlidir. O önce imanı zedelemeye ve insanı şüpheye düşürmeye
çalışır. Bunu yapmasa günahları emreder. Bunu yapamazsa kişiyi ibâdet ve
taatlerde geri bırakmaya çalışır. Bunu da yapamazsa amellerini boşa çıkarmak
için kişinin içine ibâdetlerde gösteriş arzusu sokar. Bunu da yapamazsa adamın
gönlüne kendini beğenme ve amellerini çok görme duygusunu koyar. Yine insanı
kötü fiillere sevk etmek için onun kalbine haset, kin, öfke gibi kötü duygular
atmaya çalışır.
Efendimiz’le
alakalı şu hâdise şeytanın insana nasıl vesvese verebileceğini muşahhas hâle
getiren çok güzel bir örnektir:
Resûl-i
Ekrem (s.a.s.)’in hanımlarından Hz. Safiye anlatıyor:
“Resûlullah
(s.a.s.) îtikâfa girmişti. Bir gece onu ziyârete gidip konuştum. Sonra eve
dönmek üzere kalktığım zaman o da beni evime götürmek üzere kalktı. Bu sırada
Ensâr’dan iki kişi bizimle karşılaştı. Allah Resûlü (s.a.s.)’i âilesiyle
birlikte görünce, oradan çabucak uzaklaşmak istediler. Resûlullah (s.a.s.):
«–Biraz yavaş olun, yanımdaki Safiyye bint-i Huyey’dir» dedi. Onlar:
«–Resûlü’nün
uygunsuz bir davranışta bulunmasından Allah’ı tenzîh ederiz yâ Resûlallah!»
deyince Efendimiz (a.s.):
«–Şeytan, insanın vücûdunda kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun
sizin kalbinize bir kötülük, bir şüphe atmasından endişe ettim» buyurdu.”
(Buhârî, Îtikâf 11; Müslim, Selâm 23-25)
Şeytanın
vesvesinden kurtulmanın yolları:
›
Allah’ı çok çok zikretmek,
›
Allah’a çok sığınmak,
›
Sabır ve sebatla şeytanın taleplerine karşı direnmek ve dediğini
yapmamaya gayret göstermek.
Nâs
sûresinde sığınılacak şer sadece “şeytanın vesvesesi” iken, sığınmak üzere
Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsından üçü zikredilir. Bunlar Rabb, Melik ve İlâh
isimleridir. Halbuki bir önceki Felak sûresinde dört ayrı şerden sadece
“Sabah’ın Rabbi” vasfıyla Allah’a sığınmak emredilmekteydi. Bu, şeytanın
vesvesesinin, Allah’a çokça ve
ciddiyetle sığınılması gereken ne kadar büyük bir şer olduğunu izaha kâfîdir.
Birinci sûrede korunması gereken ruh ve beden sağlığı; ikinci sûrede korunması
istenen ise din sağlığıdır. Bu, dinin az zarar görmesinin dahi dünyanın çok
zarar görmesinden daha önemli olduğunu gösterir.
Hz.
Aişe der ki:
“Allah
Resûlü (s.a.s.) yatağına vardığı zaman iki elini birleştirir, İhlas, Felak ve
Nâs sûrelerini okur ve onlara üflerdi. Sonra o iki eliyle, başından ve yüzünden
başlayarak bedeninin ön tarafa gelen kısmını meshederdi. Bunu üç kez
tekrarlardı.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 14; Tirmizî, Dua 21)
5. “İnsanların kalplerine üfleyen o sinsi şeytanın.”
6. “Ki o, cinlerden de olur, insanlardan da.”
Sûrede
şeytan ismi açıkça zikredilmez; fakat iki mühim vasfı zikredilerek o
kastedilir. Bunlar “vesvâs” ve “hannâs”tır. اَلْوَسْوَاسُ (vesvâs), çok çok vesvese veren, bütün
özelliği vesvese vermek olan, hatta vesvesenin ta kendisi olan şeytandır.
“Vesvese” ise gizli bir sesle, fısıltı ile kalbe kötü düşünceler aşılamak ve
bir işi yapmaya tahrik etmektir. اَلْخَنَّاسُ (hannâs) da âdeti sinmek olan, geri
çekilen, kötülüğe sürüklemek için insanı sinsice ardından izleyip fırsat
kollayan, döne döne vesvese veren demektir. İnsan Rabbini zikredince geri
çekilir. Rabbinden gafil olunca da hemen ona vesvese verir.
İnsana
vesvese veren, onu aldatmaya ve saptırmaya çalışan iki grup şeytan vardır.
Bunların biri cinlerden, diğeri de insanlardandır. Nitekim: “İşte biz her
peygamberin karşısında insan ve cin şeytanlarından oluşan bir düşman şebeke var
etmişizdir. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldayıp
dururlar” (En‘âm 6/112) âyeti de insan ve cin şeytanlarının, yaldızlı
sözlerle insanları aldatmaya çalıştıklarını haber verir. Resûlullah (s.a.s.) de
Ebu Zer (r.a.)’a, “Cin ve insan şeytanlarından Allah’a sığınmasını emretmiş
ve akabinde de cinlerden olduğu gibi insanlardan da şeytanlar olduğunu”
söylemiştir. (Nesâî, İstiâze 48)
Muhammed
Verrâk (k.s.), insanın nasıl şeytanlaştığını şöyle anlatır:
“Nefis,
hevâ, yani kötü arzular insanın tabiatına galip gelince kalp kararır. Kalp
kararınca göğüs daralır. Göğüs daralınca huy kötüleşir. Huyu kötü olanı kimse
sevmez. Sevilmediğini anlayan kimse ise sevmeyenlere ezâ vermeye başlar.
Böylesi artık mânen insan değildir. Zâhirde insan kılığına girmiş bir
şeytandır.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 307)
Şeytanın
vesvesesi çeşitlidir. O önce imanı zedelemeye ve insanı şüpheye düşürmeye
çalışır. Bunu yapmasa günahları emreder. Bunu yapamazsa kişiyi ibâdet ve
taatlerde geri bırakmaya çalışır. Bunu da yapamazsa amellerini boşa çıkarmak
için kişinin içine ibâdetlerde gösteriş arzusu sokar. Bunu da yapamazsa adamın
gönlüne kendini beğenme ve amellerini çok görme duygusunu koyar. Yine insanı
kötü fiillere sevk etmek için onun kalbine haset, kin, öfke gibi kötü duygular
atmaya çalışır.
Efendimiz’le
alakalı şu hâdise şeytanın insana nasıl vesvese verebileceğini muşahhas hâle
getiren çok güzel bir örnektir:
Resûl-i
Ekrem (s.a.s.)’in hanımlarından Hz. Safiye anlatıyor:
“Resûlullah
(s.a.s.) îtikâfa girmişti. Bir gece onu ziyârete gidip konuştum. Sonra eve
dönmek üzere kalktığım zaman o da beni evime götürmek üzere kalktı. Bu sırada
Ensâr’dan iki kişi bizimle karşılaştı. Allah Resûlü (s.a.s.)’i âilesiyle
birlikte görünce, oradan çabucak uzaklaşmak istediler. Resûlullah (s.a.s.):
«–Biraz yavaş olun, yanımdaki Safiyye bint-i Huyey’dir» dedi. Onlar:
«–Resûlü’nün
uygunsuz bir davranışta bulunmasından Allah’ı tenzîh ederiz yâ Resûlallah!»
deyince Efendimiz (a.s.):
«–Şeytan, insanın vücûdunda kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun
sizin kalbinize bir kötülük, bir şüphe atmasından endişe ettim» buyurdu.”
(Buhârî, Îtikâf 11; Müslim, Selâm 23-25)
Şeytanın
vesvesinden kurtulmanın yolları:
›
Allah’ı çok çok zikretmek,
›
Allah’a çok sığınmak,
›
Sabır ve sebatla şeytanın taleplerine karşı direnmek ve dediğini
yapmamaya gayret göstermek.
Nâs
sûresinde sığınılacak şer sadece “şeytanın vesvesesi” iken, sığınmak üzere
Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsından üçü zikredilir. Bunlar Rabb, Melik ve İlâh
isimleridir. Halbuki bir önceki Felak sûresinde dört ayrı şerden sadece
“Sabah’ın Rabbi” vasfıyla Allah’a sığınmak emredilmekteydi. Bu, şeytanın
vesvesesinin, Allah’a çokça ve
ciddiyetle sığınılması gereken ne kadar büyük bir şer olduğunu izaha kâfîdir.
Birinci sûrede korunması gereken ruh ve beden sağlığı; ikinci sûrede korunması
istenen ise din sağlığıdır. Bu, dinin az zarar görmesinin dahi dünyanın çok
zarar görmesinden daha önemli olduğunu gösterir.
Hz.
Aişe der ki:
“Allah
Resûlü (s.a.s.) yatağına vardığı zaman iki elini birleştirir, İhlas, Felak ve
Nâs sûrelerini okur ve onlara üflerdi. Sonra o iki eliyle, başından ve yüzünden
başlayarak bedeninin ön tarafa gelen kısmını meshederdi. Bunu üç kez
tekrarlardı.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 14; Tirmizî, Dua 21)
“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuk yapmayı istemeyenlere nasib ederiz. Sonunda kazançlı çıkanlar, fenalıktan sakı ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ “Ey zindan arkadaşlarım! ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِن ...
İbrahim Sûresi 38-41. Ayet Tefsiri 38. “Rabbimiz! Hiç şüphesiz sen, bizim gizlediğimizi de bilirsin, açığa vurduğumuzu da. Çünkü yerde olsu ...
Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (v ...
“Ey iman edenler! Sizden biriniz dinden dönerse, şunu iyi bilsin ki, Allah o şahsın yerine, kendisinin sevdiği ve kendisini seven insanlar getirir. ...