Leyl sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 21 âyettir. İsmini birinci âyette geçip “gece” mânasına gelen اَلَّيْلُ (leyl) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 92, iniş sırasına göre 9. sûredir.
İyi ve kötü iki çeşit insan karakterinden bahsedilir. Bunların öne çıkan vasıfları ana hatlarıyla belirtilir. Gerek dünya gerekse âhirette kendilerini bekleyen sonuçlar son derece tesirli bir üslupla dile getirilir.
Mushaftaki sıralamada doksan ikinci, iniş sırasına göre dokuzuncu sûredir. A‘lâ sûresinden sonra, Fecr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Resûlullah (s.a.s.), kabilesine imamlık yapan Muaz b. Cebel’e, yatsı namazında uzun sûreler yerine Leyl sûresi gibi kısa sûreler okumasını tavsiye etmiştir. (Buhârî, Ezân 63; Müslim, Salât 178)
1. Yemin olsun karanlığı ile her şeyi bürüyüp örttüğü zaman geceye,
2. Açılıp parladığı zaman gündüze,
3. Hem erkeği hem dişiyi yaratan Allah’a ki:
4. Sizin işleriniz, çalışıp çabalamalarınız çeşit çeşittir.
Yeminler,
hem üzerine yemin edilen varlıkların kıymetini, hem onları yaratan kudretin
büyüklüğünü hem de yeminlerden sonra gelen konuyla yakından irtibatlı olarak
onun ehemmiyetini beyân eder. Burada gece ve gündüze ve erkek ile dişiyi
yaratana yemin edilir. Karanlığı ile her şeyi bürüyüp örten “gece” ile açılıp
parlayan böylece her şeyi ortaya çıkaran “gündüz” birbirinin tam zıddıdır.
Farklı cinsler olarak yaratılan “erkek” ile “dişi” de birbirinin tam zıddıdır.
Aynen bunlar gibi insanlar da iman, amel ve ahlâk itibariyle biri diğerinin
zıddı iki gruba ayrılır. Şöyle ki:
5. Kim malını iyilik yollarında harcar ve Allah’a gönülden saygı besleyip günahlardan sakınırsa,
6. O en güzel söz olan kelime-i tevhîdi doğrulayıp gereğini yerine getirirse,
7. Biz ona dünyada iyilik yolunu, âhirette de hem hesâbın hem de cennetin yolunu kolaylaştırırız.
Bu
kısa üç âyette birinci grupta yer alan insanın karakter çizgileri çizilir. Onun
üç mühim vasfı vardır. Her biri onun iyiliğini ve güzelliğini resmeder:
›
insan son derece cömerttir. Allah’ın kendisine ihsan ettiği malını
yine O’nun yolunda, hayır işlerinde, insanlara yardım için cömertçe harcar.
Cimrilik göstermez. Mal toplayıp yığma hırsına kapılmaz.
›
takvâ sahibidir. Kalbi dâima Allah’tan korkuyla ve O’na karşı
duyduğu derin bir saygıyla dopdoludur. Öyle ki yaptığı her işte Allah’ı
düşünür. O’nu râzı etmenin gayreti içinde olur. Her türlü hal ve hareketlerinde
Allah’ın razı olmayacağı şeylerden titizlik ve ciddiyetle sakınır.
›
O, “en güzeli” tasdik eder. Bu ifade şumüllü bir muhtevaya
sahiptir. İtikat, ibâdet, muâmelât ve ahlâk itibariyle her türlü güzelliği
içine alır.
İtikâdî
olarak “en güzeli” tasdik etmek, şirki ve küfrü terk ederek tevhidi kabul
etmek, nübüvvet ve âhiretin hak olduğuna inanmaktır. İbadet, muamelât ve ahlâkî
bakımdan “en güzeli” tasdik etmek ise, Allah’ın gönderdiği İslâm nizamının en
doğru yol olduğuna inanarak onu tatbik etmeye çalışmaktır. Bu da Hak katında
tek makbul din olan İslâm’ı doğrulayıp yaşama demektir.
Bu
güzel vasıflara sahip olanlara Cenâb-ı Hakk, “en kolay olana muvaffakiyet”
müjdesi verir. O da şu demektir: İnsan fıtratına en uygun yol olan İslâm’ı
kolaylıkla, zorlanmadan, yüksünmeden, gönül huzuru ile yaşayabilmektir.
Göğsünün İslâm’a açılmasıdır. Nitekim âyet-i kerîmede: “Allah, kimi doğru
yola erdirmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar” (En‘âm 6/125) buyrulur.
Allah Teâlâ onun işlerini kolaylaştırır. Dünyada güzel ve hayırlı işleri yapmak
ona kolay gelir. Kötü kimselerin tırmanmaya cesaret edemediği sarp yokuşlar ona
iniş gibi gelir. Nefse ağır gelen ibâdetler onun için en zevkli işler haline
dönüşür. Nefsin zevk aldığı günahlar ve haramlar ise, onun için hiç
yapamayacağı zor işler haline gelir. Hâsılı Allah’ın razı olacağı bütün ibâdet
ve taatler ona son derece cazip gelirken, Allah’ın razı olmayacağı kötü fiil ve
davranışlar onun için son derece nefret uyandırıcı işler haline gelir. Böylece
ona ebedî huzur ve saadet yeri olan cennet yolları kolaylaştırılmış olur. Şu
âyet-i kerîmeler onun bu güzel hâline ışık tutar:
“Erkek olsun kadın olsun mü’min olarak kim sâlih amel işlerse ona
dünyada elbette temiz ve güzel bir hayat yaşatırız. Âhirette de onları,
yaptıkları en güzel işleri esas alarak mükâfatlandırırız.” (Nahl 16/97)
“İman edip sâlih ameller işleyenler için Rahmân, gönüllerde bir
sevgi meydana getirecektir.” (Meryem 19/96)
Şimdi,
gerçeğin tüm berraklığıyla ortaya çıkması için anlatılan bu güzel insan
karakterinin tam zıddı olan kötü bir insan tipinden bahsedilir:
8. Kim de malını iyilik yolunda harcamada cimri davranır ve kendisini Allah’a muhtaç görmezse,
9. O en güzel söz olan kelime-i tevhidi yalanlar ve gereğini yapmaktan yüz çevirirse,
10. Ona da dünyada kötülük yolunu, âhirette de cehennemin yolunu kolaylaştırırız.
11. O, baş aşağı cehennemin çukuruna doğru yuvarlanırken malı kendisine hiçbir fayda sağlamaz.
Birinci
gruptaki insanın tam zıddı olarak bu gruptaki insanın da üç belirgin vasfı öne
çıkarılır. Her biri onun kötülüğünü resmeder:
› O insan
cimridir. Malını harcanması gereken yerde harcamaz. Ya biriktirir yığar, veya
sorumsuzca nefsânî yollarda harcar. Onu Allah için hayırlı yollarda kullanmaz.
› müstağnîdir.
Kendisinin artık kimseye ihtiyacı olmadığını sanır. Özellikle Allah’a, O’nun rızâsına,
vereceği sevaba ihtiyacı olmadığını düşünür. Allah’ı hatırına getirmez. Yaptığı
işlerden Allah’ın hoşnut olup olmadığına aldırmaz. Sadece dünyadaki maddi
menfaati için uğraşır durur. Bütün gayretini bu maksat için sarf eder. Kendinin
zengin olduğunu, doyuma eriştiğini, en güzel sonucu peşinen bulduğunu, ilerisi
için hiçbir ihtiyacı kalmadığını, artık günahlardan korunmak gibi bir derdinin
bulunmadığını sanır. Geleceği, âhireti
hiç hesaba katmadan malıyla, dünya lezzetleriyle itminân bulur. Âhiret
nimetlerine ihtiyacı kalmadığını zanneder.
Şu
âyet-i kerîme onun bu gaflet haline ne güzel anlatır:
“Mahşer günü huzurumuza çıkacaklarını hiç hesaba katmayan, dünya
hayatını âhirete tercih ederek nihâî mutluluk, tatmin ve huzuru onda arayan ve
hem kevnî hem de kavlî âyetlerimize büsbütün ilgisiz kalanlar var ya,
kazandıkları günahlar yüzünden onların varacağı yer cehennemdir.” (Yûnus
10/7-8)
› O, “en
güzeli” yalanlar. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Peygamber (s.a.s.)’in haber verdiği
itikat, ibâdet, muâmelât ve ahlâk ile ilgili ne kadar güzel haberler, esaslar
varsa hepsini yalan sayar. İyilerin, iyilik yapanların cennete gideceğine, asıl
mükâfatlarını orada alacaklarına inanmaz. Hâsılı Allah’a ve âhirete imanı
yoktur.
Bu
tip insanlara va’dedilen de “en zor olanın kolaylaştırılması”dır. İnanmadığı
için ibâdetleri, güzel işleri yapmak ona zor gelir. Bunların yapmaktan hoşlanmaz.
Buna mukâbil günahları işlemek kolaylaşır. Kötü işleri yapmaktan zevk alır.
Kötüyü iyi sanır. Şehvetleri gözünde süslü hale gelir. Böyle yapa yapa alçalır.
Sonunda ölüp kabir çukuruna, oradan da cehennem çukuruna yuvarlandığı vakit, o
çok değer verdiği malı mülkü kendisine hiçbir fayda sağlamaz. Şu âyet-i kerîmeler
bu tip kimselerin hâline ışık tutar:
“…Allah kimi de sapıklığa düşürmek isterse, onun göğsünü göğe
yükseliyormuşçasına dar ve sıkıntılı yapar. Allah, iman etmeyenlerin başına
böyle belâ ve sıkıntılar yağdırır.” (En‘âm 6/125)
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Doğrusu namaz çok ağır
ve çetin bir iştir. Ancak o, Allah’a duyduğu derin saygıdan kalbi ürperenlere
ağır gelmez.” (Bakara 2/46)
İnsanları
bekleyen böylesine değişmesi imkansız gerçek bir sonuç olduğu içindir ki
Cenab-ı Hak, onlara doğru yolu göstermeyi üzerine alıyor:
12. Doğru yola göstermek elbette bizim işimizdir.
13. Doğrusu âhiret de dünya da bize aittir.
14. Ben sizi alev alev yanan bir ateşe karşı uyarmış bulunuyorum.
15. Ona yanıp kavrulmak üzere ancak en azılı, en bedbaht olan girer;
16. Dinî yalanlayan ve Allah’a kulluktan yüz çeviren o bedbaht!
Yüce
Allah sonsuz merhameti sebebiyle peygamberler gönderip kitaplar indirerek
insanlara doğru yolu göstermeyi üstlenmiştir. Böylece onları dünya ve âhirette
selamet ve saadete eriştirmeyi irade buyurmuştur. Kötülükten sakındırıp hayırlı
amellere teşvik etmek için de onları alev alev yanan cehennemle uyarmıştır.
Dini yalanlayan ve haktan yüz çeviren bedbahtların buraya atılacağını haber
vererek, kullarını böyle yanlış bir yola girmekten sakındırmıştır. Nitekim Resûl-i
Ekrem (s.a.s.) bir gün:
“- İstemeyenler dışında ümmetimin tamamı cennete girer” buyurunca
ashâb-ı kirâm:
“-
Ey Allah’ın Rasûlü! Cennete girmeyi kim istemez ki?” diye sordular. Bunun
üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s.):
“Benim dediklerime ve yaptıklarıma uyanlar cennete girer. Bana
karşı gelenler ise cenneti istememiş demektir” buyurdu.
(Buhârî, İ’tisâm 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 361)
Gelen
âyetler ise o çılgın ateşten kurtulmanın çaresini bildirir:
17. Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten çok çok sakınan kimse o ateşten uzak tutulur;
18. Malını iyilik yollarında harcayıp nefsini günahlardan arındıran kimse.
19. O, birinden iyilik görmüş de onun karşılığını veriyor değildir.
20. Bilakis o, en Yüce Rabbinin rızâsını kazanmak için vermektedir.
21. Sonunda bu gâyesine kavuşacak, yaptığının mükâfatıyla hoşnut olacaktır.
O
ateşten kurtulmanın yolu, takvâ sahibi olmak, yani Allah’a ve âhirete inanarak
Allah’ın razı olmayacağı, aksine onun azabını celbedecek bütün yanlış hal ve
hareketlerden uzak durmak; O’nun razı olacağı güzel işler yapmaktır. Bu güzel
işlerin başta gelenlerinden biri, nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye edebilmek, onu
arındırıp yüceltmek için malı mülkü, karşılığında bir teşekkür bile beklemeden
sırf Allah rızâsı için hayır yollarında harcamaktır. Böyle şahsiyet sahibi
insan, yardım ettiği kimselerden bir yardım beklemez. Sadece Allah rızâsı için
yardım eder. Yardım ettiği kimsenin onun üzerinde, karşılığını vermesi gereken
bir iyiliği yoktur. Bunun en güzel misali başta Peygamberimiz (s.a.s.) olmak
üzere, onun seçkin sahabîleridir. Nitekim Hz. Ebubekir (r.a.) ile alakalı şu
hâdise çok dikkat çekicidir:
Ebubekir
(r.a.) servetinin çoğunu köleleri hürriyetine kavuşturmak ve onların hidâyetine
vesîle olmak için sarf ederdi. Zira bir mü’mini sevindirmek ve onun kulluk
vazifelerini huzur içinde îfâ edebilmesini sağlamak, merhamet ummanı o insan
için tarif edilemez bir saadet kaynağı olmuştu. Servetini bu şekilde harcayıp
tüketmesinden hoşlanmayan babası Ebû Kuhâfe birgün:
“–Oğlum!
Sen hep zayıf ve güçsüz köleleri satın alıp âzâd ediyorsun. Madem köle âzâd
edeceksin, şöyle güçlü-kuvvetli köleler satın al da, tehlike ve kötülüklere
karşı önünde durup seni korusunlar” dedi. Hz. Ebûbekir ise:
“–Babacığım,
benim böyle davranmakta yegâne maksadım Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Ben
onları âzâd etmekle ancak Allah katındaki mükâfâtı istiyorum” dedi. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
XXX, 279)
Allah Teâlâ, kendi rızâsı için böyle cömertlik
ve fedakârlık yapanlardan razı olacak ve onlara öyle mükâfat verecek ki, onlar
da nihâyetsiz memnuniyet duyacaklardır.
Şüphesiz
verilen bu müjdeye en layık olan kişi, müttakîlerin ve cömertlerin serveri olan
Nebiyy-i Muhterem (s.a.s.)’dir. Şimdi başta Efendimiz olmak üzere onun muazzez
şahsında, tam bir samimiyet ve teslimiyet içinde Allah’a kulluk yapanlara daha
büyük müjdeleri haber vermek üzere gönülleri ve ruhları aydınlatıcı şualarıyla
Duhâ sûresi geliyor:
Peygamberimizin (s.a.v.) ismi Kur’an-ı Kerim’de beş defa geçmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’an’da dört defa “Muhammed”, bir defa da “Ahmed” olara ...
Ayet-i kerimede buyrulur: لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَ ...
"O, suyu acı ve tatlı iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir." (Rahmân Sûresi 19) "Fakat aralarında bir engel vardır; onu aşıp da birbi ...
Ayet-i kerimede buyrulur: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten ...
Ahkâf sûresinin 15. ayetinde şöyle buyrulur: Ahkâf Suresi 15. Ayet Arapça وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ اِحْسَانًاۜ حَمَلَتْهُ اُمُّهُ كُ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّ ...