Kehf sûresi 110 âyettir. Mekke’de inmiştir. İsmini, 9-26. âyetleri arasında anlatılan “Ashâb-ı Kehf” kıssasından almıştır. Mushaf tertibine göre 18, iniş sırasına göre 69. sûredir.
Kehf sûresi, giriş kısmında Kur’ân-ı Kerîm’den, onun indiriliş maksadından, Kur’an’ın tâlimatları karşısında insanların “iman eden ve iman etmeyen” olarak ikiye ayrıldıklarını; bunlardan iman edenlerin çok güzel mükafatlara nâil olacaklarını, iman etmeyenlerin ise cezalandırılacaklarını beyân eder. Resûlullah (s.a.s.)’e vazifesinin sadece tebliğ olduğunu, bunun ötesine geçip insanları İslâm’a davette kendini telef edecek derecede yorucu bir yola girmemesini tavsiye eder.
Sûrede esas konu olarak dünya hayatının ve âhiret hayatının mâhiyeti, bu münâsebetle dünyanın gelgeç sevdâlarına aldanmayıp Allah’a ve âhirete imanın önemi üzerinde durulur. Bu konu, pek dikkat çekici bir üslupla anlatılan Ashâb-ı Kehf kıssası, biri bahçeleri olan varlıklı ve şımarık, diğeri oldukça fakir iki kişinin hikâyesi ve dünya hayatının fanîliğiyle alakalı çarpıcı bir örnekle dikkatlere sunulur. Bu arada insanların mahşer yerinde toplanması ve amel defterlerinin açılıp içinde küçük büyük her şeyin sayılıp döküldüğünü, hiçbir ayrıntının bile ihmal edilmediğini gören inkarcı suçluların hazin hallerinden bir manzara arzedilir. Tekrar Kur’an’ın ana mesajlarına dikkat çekildikten sonra, anlaşılması bakımından insan aklının sınırlarını zorlayan Hz. Mûsâ ile Hz. Hızır kıssasına geçilir. Bu kıssada ilm-i ledün konuşur; üç misalle sır perdesinin kenarı azıcık açılır, kader muammasından iğne ucu kadar bir nokta aydınlanır, sonra tekrar kapatılır. İlm-i ledünden siyaset ve saltanat ilmine geçilir. Bu hususta da Hz. Zülkarneyn’in emsalsiz dünya saltanatının ana noktalarına temas edilir. Fakat bu dünyada iyi veya kötü nasıl bir saltanat sürülürse sürülsün kâinatı altüst edecek olan kıyamet dehşetinin kaçınılmaz olduğuna vurgu yapılarak, kârlı çıkacak olanların yatırımlarını âhiret hayatına yapanlar; zararlı çıkacak olanların ise âhireti hesaba katmadan çalışanlar olacağı belirtilir.
Mushaftaki sıralamada on sekizinci, iniş sırasına göre altmış dokuzuncu sûredir. Gåşiye sûresinden sonra, Nahl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Ancak 28. âyeti ile 83 ve 101. âyetlerinin Medine’de indiği rivayeti de vardır Nüzûl sebebi olarak tefsir ve siyer kaynaklarında şöyle bir olay anlatılmaktadır: Müslümanların sayısının çoğalması üzerine müşrikler, Resûlullah’ın peygamber olup olmadığını araştırmak için Nadr b. Hâris ile Utbe b. Muayt’ı Medine’deki yahudi âlimlerine gönderip kendilerine şu tâlimatı vermişlerdi: “Muhammed’in durumunu onlara sorun, vasıflarını ve söylediklerini anlatın; onlar kitap ehlidir, peygamberler hakkında bizim bilmediklerimizi bilirler.” Bu iki adam, Medine’ye giderek meseleyi yahudi âlimlerine anlattılar. Onlar da, “Muhammed’e, geçmiş zamanlarda mağaraya sığınmış gençleri; dünyanın doğusunu ve batısını dolaşmış olan adamı; rûhun ne olduğunu sorun; eğer bunları size bildirirse o bir peygamberdir, ona uyun; aksi takdirde bir falcıdır, ona istediğinizi yapabilirsiniz” dediler. Nadr ile arkadaşı Mekke’ye dönüp bunları Hz. Peygamber’e sordular. O da “Sorularınıza yarın cevap veririm” dedi. Fakat “inşallah” demesi gerekirken bunu ihmal ettiği için o günden itibaren on beş gün vahiy gelmedi. Bunun üzerine Mekke halkı, “Muhammed bize, ‘Sorularınıza yarın cevap veririm’ diye söz vermişti. Ancak aradan on beş gün geçtiği halde hâlâ sorularımıza cevap vermedi” diyerek dedikoduya başladılar. Hz. Peygamber’e vahyin gecikmesi sırasında iyice bunaldığı bir sırada Cebrâil yukarıdaki soruların cevabını içeren Kehf sûresi ile İsrâ sûresinin 85. âyetini getirdi (İbn Âşûr, XV, 242-244). Tefsir ve siyer kaynaklarından bu rivayeti nakleden İbn Âşûr, Ashâb-ı Kehf hakkında Hz. Peygamber’e soru sormaya Kureyşliler’i teşvik edenlerin, ticaret maksadıyla Mekke’ye gelen bazı hıristiyanlar veya Kureyş’in Suriye ticaret yolu üzerinde bulunan kiliselerdeki hıristiyan din adamları olabileceğini söylemektedir (XV, 259-260). Elmalılı Muhammed Hamdi de yukarıdaki rivayeti geniş şekliyle naklettikten sonra, hadis tekniği açısından bu rivayetin zayıf olduğunu, buna dayanılarak sûrenin tefsir edilmesinin doğru olmayacağını ifade etmektedir. Elmalılı’ya göre sûrenin baş tarafındaki âyetler gösteriyor ki esas iniş sebebi, “Allah çocuk edindi” denilmiş olmasıdır. Sûre, bunun ilmî dayanağı bulunmayan büyük bir yalan olduğunu açıklamak, bu sözü söyleyenleri uyarmak ve onları tevhide davet etmek için indirilmiş, Zülkarneyn ile ilgili sorunun cevabı da bunun tamamlayıcısı olmuştur (V, 3220).
Kehf sûresinin faziletiyle alâkalı rivayetlerden birkaçı şöyledir:
Berâ b. Âzib (r.a.)’in dediğine göre bir adam Kehf sûresini okuyordu, yanında da iki uzun iple bağlı bir at vardı. Derken bir bulut adamın üzerine doğru inmeye başladı. Bulut yaklaştıkça yaklaşıyordu. At bundan dolayı ürktü ve huysuzlardı. Sabaha çıkınca o zat Nebî (s.a.s.)’e gelerek hâdiseyi anlattı. Resûlullah (s.a.s.): “O, kalbe huzur veren bir melektir, Kur’an okuduğun için inmiştir” buyurdu. (Buhârî, Fezâil 11; Müslim, Müsâfirîn 240)
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Kim, Kehf sûresinin başından on âyet ezberlerse deccâlden korunmuş olur.” (Müslim, Müsâfirin 257)
“Kim, Kehf sûresinin son on âyetini okursa deccâlin fitnesinden korunur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 446)
“Her kim Cuma gecesi Kehf sûresini okuyacak olursa, bir nûr kendisi ile Beyt-i Atîk arasındaki mesâfeyi onun için aydınlatır.” (Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân 18)
“Kim Kehf sûresinin baş tarafları ile sonlarını okursa, bu sûre onun için tepeden tırnağa kadar bir nûr olur. Kim de tamâmını okursa, onun için gök ile yer arasında bir nûr olur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,439)
“Kim, Kehf sûresini indirildiği gibi okursa sûre, kıyamet gününde onun için bir nûr olur.” (Beyhakî, Sünen, III, 249)
Ashâb-ı Kehf, Rablerine yürekten inanmış genç yiğitlerdi.[1] Onlar imanlarında samimi oldukları için, Allah da onların doğru yola olan iman ve bağlılıklarını daha da artırdı. Onlara bâtıla boyun eğmekten sakınıp canları pahasına da olsa hak yolunda sabır ve sebat etme kuvveti verdi. Kalplerini iman, sabır ve metânetle iyice pekiştirdi, kuvvetlendirdi. İman ve itminân hali âdeta onların hücrelerine ve iliklerine işledi. Öyle ki putlara ibâdeti reddetmek üzere kralın karşısına dikildiklerinde veya bulundukları şirk ortamını terk etmeye karar verip harekete geçtiklerinde kalplerine yerleşen tevhid inancını şu ifadelerle dile getirdiler: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’tır. Biz O’ndan başkasını ilâh kabul edip tapmayız. Böyle bir şey yaparsak, yemin olsun ki gerçek dışı, pek saçma bir iddiada bulunmuş oluruz.” (Kehf 18/14) Gerçek imanın bu olduğunu; kavimlerinin içine saplandığı putperestlik inancının ise herhangi bir delile dayanmayan asılsız bir anlayış olduğunu açıklamaktan çekinmediler. Nihâyetinde imanlarını tehlikeden koruyabilmek için, Allah’tan rahmet ve kolaylık umarak mağaraya sığınmalarının artık zaruret hâline geldiğini anladılar. Sâdık bir dost gibi peşlerini bırakmayan köpekleriyle birlikte mağaraya sığındılar ve orada ilâhî kudret eliyle uykuya daldırıldılar.
Bu âyetlerde Allah’ın haram kıldığı şeylerden ve haramların işlendiği ortamlardan uzaklaşmanın önemine dikkat çekilir. Gerçekten de Allah’ın dışındaki varlıklardan gönlen uzaklaşmak, Allah’a kavuşmayı kolaylaştırır. Belki, Allah’ın dışındaki şeylerden uzaklaşılmadığı müddetçe Allah’a kavuşma gerçekleşmez, demek daha doğrudur. İşte Ashâb-ı Kehf ne zaman ki Allah’ın dışında tapınılan putlardan uzaklaştılar, Hak Teâlâ onları riâyet mahfazası içinde korudu, onlar için inâyet mağarasında güzel bir yer hazırladı. Dolayısıyla bütün söz, fiil ve davranışlarında şahsî arzulardan soyunup Allah’ın iradesine teslim olan, her halinde Allah’a yönelişi dürüstlük ve samimiyet içinde olan ve yine her durumda sadece Allah’tan yardım isteyen kişilere Rabbimiz büyük lutuflarda bulunacak, onların tüm ihtiyaçlarını karşılayacak ve onlara çok güzel bir gelecek hazırlayacaktır. Cenâb-ı Hakk’ın Ashâb-ı Kehf’e olan yardım ve ikramı bunun açık bir misalidir:
[1] اَلْفِتْيَةُ (fitye) genç yiğitler demektir. Bu kelimeden hareketle tasavvuf ve ahlâk ıstılâhında “fütüvvet” diye bir kavram oluşmuştur. Fütüvvetin başı imandır. Fütüvvet; mevcudun karşılıksız verilmesi, eziyetin önlenmesi, şikâyetin terk edilmesidir. Yine fütüvvet, haramlardan kaçınmak ve üstün ahlâkî faziletleri ifâ etmede eli çabuk tutmaktır.
Şifa; deva demektir. Şifa; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına gelir. Peki hastalara ne şifa olur? KUR’AN’DA G ...
“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuk yapmayı istemeyenlere nasib ederiz. Sonunda kazançlı çıkanlar, fenalıktan sakı ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ “Ey zindan arkadaşlarım! ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِن ...
İbrahim Sûresi 38-41. Ayet Tefsiri 38. “Rabbimiz! Hiç şüphesiz sen, bizim gizlediğimizi de bilirsin, açığa vurduğumuzu da. Çünkü yerde olsu ...
Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (v ...