Derken Sâmirî onlar için böğürebilen bir buzağı heykeli döküp çıkardı. Peşinden o ve avânesi: “İşte sizin de, Mûsâ’nın ilâhı da budur. Fakat Mûsâ bunu unuttu, başka ilâh aramak üzere kalkıp dağlara gitti” dediler. ﴾88﴿
Hayret doğrusu! Onlar görmüyorlar mıydı ki, o heykel kendilerine hiçbir sözle cevap veremiyor ve onlar için ne bir zarar ne de bir fayda sağlamaya güç yetirebiliyordu? ﴾89﴿
Halbuki Hârûn daha önce onlara: “Ey kavmim! Bakın, siz bu heykel yüzünden bir imtihana maruz kaldınız. Şüphesiz sizin Rabbiniz, Rahmân olan Allah’tır. O halde gelin bana uyun ve emrime itaat edin!” demişti. ﴾90﴿
Onlar ise: “Mûsâ aramıza dönünceye kadar onun karşısında boyun büküp tapınmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!” dediler. ﴾91﴿
Mûsâ döndüğünde olan bitenden habersiz kardeşine çıkıştı: “Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüklerini gördüğünde sana ne engel oldu da,” ﴾92﴿
“Söylediklerime uymadın, benim yolumdan gitmedin? Yoksa bilerek emrime karşı mı geldin?” ﴾93﴿
Hârûn: “Ey anamın oğlu!” dedi, “sakalımı, başımı çekme! Doğrusu ben senin: «Sözümü dinlemedin de İsrâiloğulları arasına ayrılık soktun!» demenden korktum.” ﴾94﴿
Mûsâ, bu kez Sâmirî’ye dönerek: “Nedir bu yaptığın korkunç şey, ey Sâmirî?” diye sordu. ﴾95﴿
Sâmirî şöyle cevap verdi: “Ben, onların görmediği bir şeyi gördüm. Sana gelen elçi Cebrâil’in izinden bir avuç toprak alıp onu erimiş mücevheratın içine attım. Böyle bir şey yapmayı nefsim bana hoş gösterdi.” ﴾96﴿
Mûsâ: “Defol, git!” dedi, “Artık hayatın boyunca: «Bana dokunmayın!» diyerek insanlardan uzak duracak, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın! Ayrıca senin için bir ceza daha var ki, ondan asla kaçıp kurtulamayacaksın. Şimdi tapınıp durduğun şu tanrına bak! Yemin olsun ki, biz onu ateşte yakacağız; sonra da küllerini denize savuracağız!” ﴾97﴿
Şüphesiz sizin ilâhınız ancak Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. ﴾98﴿