Fil Sûresi 4. Ayet Tefsiri


4 / 5


Fil Sûresi Hakkında

Fîl sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 5 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen اَلْف۪يلُ (fîl) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 105, iniş sırasına göre ise 19. sûredir.

Fil Sûresi Konusu

Kâbe’yi yıkmaya gelen “Ashâb-ı Fîl”in hazin âkıbeti misal verilerek, Allah ve Rasûlü’ne karşı çıkanların dünyada bile nasıl hüsrâna uğrayacakları bildirilir. 

Fil Sûresi Nuzül Sebebi

Mushaftaki sıralamada yüz beşinci, iniş sırasına göre on dokuzuncu sûredir. Kâfirûn sûresinden sonra, Felak sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

TEFSİR:

Bu sûrenin indiği sıralarda, müşriklerin Resûlullah (s.a.s.)’e olan muhalefet ve düşmanlıkları çok şiddetlenmişti. Onun dâvasını engelleyebilmek için türlü türlü yollara başvuruyor, çeşitli hile ve planlar tertipliyorlardı. Cenâb-ı Hak bu dehşetli hâdiseyi hatırlatarak, pek büyük fitneleri, hîleleri, tuzakları hârikulâde bir surette bozup dağıtan eşsiz kudretinin bir misalini vermektedir. Burada Resûlullah (s.a.s.)’in doğduğu sene Kâbe’yi yıkmak için hücum etmiş olan Fil ordusunun nasıl perişan edildiği gösterilmektedir. Böylece Allah Teâlâ’nın Rasûlü’ne olan yardım ve himâyesinin, Kâbe’ye yardımından daha üstün ve daha mükemmel olacağına işaret edilir. Hatta bu hâdisenin ilâhî kudretin kullarını terbiye etmesinin sadece bir başlangıç örneği olduğu belirtilir. Dolayısıyla Hakk’ın Habîbi Peygamberimiz (s.a.s.)’e sinsi planlar hazırlamak isteyenlerin hilelerinin kendi başlarına geçeceği açık ve net olarak bildirilir. Böylelikle bir taraftan Allah Resûlü (s.a.s.) ve mü’minler teselli edilirken, bir taraftan da Allah Teâlâ’nın kudretine karşı hiçbir mal ve mülkün, hile ve tuzağın hükmünün geçmeyeceği anlatılır.

Sûrede ana hatlarıyla anlatılan hâdise, kaynakların verdiği bilgiler hülâsa edilecek olursa şöyle vuku bulmuştur:

Yemen vâlisi Ebrehe, Roma imparatorunun da yardımıyla San’a’da bir kilise yaptırdı. Muhtelif bölgelere tellallar göndererek insanları bu kiliseyi ziyarete çağırdı. Fakat neticede yaptırdığı kili­seye arzu ettiği ölçüde rağbet edilmediğini görünce, son derece öfkelendi. Ardından Arapların eskiden beri kutsiyetini kabul edip ziyâret ede geldikleri ve öteden beri insanların çok büyük bir değer verdiği Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. İçinde, günümüzün tankları mesâbesinde olan fillerin de bulunduğu büyük bir ordu hazırlayarak Mekke’ye  doğru yürüdü. Böylelikle, insanların yönlerini, kendi yaptırdığı kiliseye çevire­cekti.

Ebrehe, ordusunun bir kısmını öncü olarak gönderdi; Mekkelilerin hayvanlarını yakalayıp getirdiler. Bu hayvanlardan bir miktar deve Resûlullah (s.a.s.)’in dedesi Abdulmuttalib’e aitti. Sonra Ebrehe, elçisini Mekkelilere gönderip, kendisine karşı çıkmadıkları takdirde mal ve canlarına dokunmayacağını bildirdi. Ayrıca elçiye, Mekkelilerin reisini görüşmek üzere huzuruna getirmesini emretti. O dönemde Mekke’nin reisi Abdulmuttalib idi. Elçi, Abdulmuttalib’i alıp Ebrehe’ye götürdü. Abdulmuttalib pek asil bir insandı. Ebrehe O’nu görünce çok etkilendi. Tahtından inerek yanına oturdu, kendisinden ne istediğini sordu. Abdulmuttalib:

“- Adamlarının sana getirdiği develerimi geri isterim” dedi. Ebrehe bunu duyunca:

“- Seni görünce çok etkilenmiştim. Fakat bu sözünü duyunca gözümden düştün. Biz, atalarınızın dinî merkezi olan Kâbe’yi yıkmak için geldik, sen ise bunu hiç düşünmüyorsun da develerini geri istiyorsun” şeklinde karşılık verdi. Abdulmuttalib:

“-Ben yalnız develerin sahibiyim ve ancak onlar için talepte bulunabilirim. Bu Beyt’e gelince, onun bir Rabbi var ve O, kendi evini koruyacaktır” dedi. Ebrehe:

“- O, elimden Kâbe’yi kurtaramayacaktır” hezeyanını savurdu. Abdulmuttalib ise:

“Bu seninle O’nun arasındaki mesele” cevabını verdi. Bunu söyledikten sonra Ebrehe’nin yanından kalktı. Ebrehe de ona develerini geri verdi.

Ertesi gün Ebrehe Mekke’ye girmek üzere hareket etti. Fakat ordunun önünde bulunan “Mahmut” ismindeki fil birdenbire yere çöktü. Ne kadar uğraştılarsa onu yerinden kımıldatamadılar. Güneye, kuzeye veya doğuya yönlendirildiğinde o hemen kalkıp koşmaya başlıyor fakat Mekke’ye döndürüldüğünde olduğu yerde çöküyor, kesinlikle o tarafa gitmiyordu. Bu sırada kuşlar gaga ve pençelerinde küçücük taşlarla sürüler halinde geldiler. Kuşların sürüler halinde gelmesi âyette اَبَاب۪يلُ (ebâbil) kelimesiyle ifade edilir. Ebâbîl, bir kuş ismi değil, “birbiri ardınca sürü sürü, küme küme, kalabalık gruplar halinde gelen” mânasındadır. Sürüler halinde gelen bu kuşlar, Ebrehe’nin askerleri üzerine yağmur gibi taş yağdırdılar.

Şâir der ki:

“Olma ısyâna cerî kuvvet ile fîl gibi

Düşmen-î hakka hücûm eyle ebâbîl gibi.” (Hersekli Ârif Hikmet)

“Kuvvetine güvenerek, Kâbe’ye saldıran filler gibi isyatnkârlığa kalkışma. Bilakis Ebâbîl kuşları gibi, hak ve hakîkate düşman olanlar üzerine hücûm etmeye bak.”

4. âyette, kuşların attığı taşlarınسِجّ۪يلٌ  (siccîl)den olduğu haber verilir. “Siccîl”, “taşlaşmış çamur, pişmiş tuğla” demektir. Bu taşlar kime vurduysa cismi hemen çürümeye başlıyordu. Onların et ve kanı su gibi akıyor, kemikleri dışarı çıkıyordu. Mekke’nin önü bir anda insan ve fil mezarlığına döndü. Sıkletsiz küçücük kuşlar, tonlar ağırlığındaki filleri ezip yere sermişti. Ebrehe de aynı akıbete uğradı. Onun bedeni parçalanarak düştü. Düşen her parçanın yerinden irin ve kan akmaya başladı. Bu telaş içinde Ebrehe’nin askerleri her yerde ölüyor ve yere seriliyorlardı. Kimileri aynı yerde helak oldu, kimileri de kaçarken yolda ölüp gittiler. Ebrehe de görenlere ibret olsun diye hemen canı alınmamış, daha fazla eza çeksin diye yaralı, etleri lime lime olmuş bir şekilde kaçanlar arasında kalmıştı. Nihâyet o da Yemen’e yakın bir bölgeye geldiğinde perişan bir halde ölüp gitti.

Sûrenin son âyeti, onların helak edildiklerinde ne hale geldiklerini tasvir etmektedir: “Neticede Rabbin onları yenilmiş, çerçöp hâline gelmiş ekin yaprağına çevirdi.” (Fîl 105/5) اَلْعَصْفُ (‘asf), “ekin yaprağı”, مَأْكُولٌ (me’kûl) de “yenmiş” demektir. Bu ifadeye; hasattan sonra tarlada kalan, rüzgar önünde savrulan ve hayvanlar tarafından yenen ekin yaprağı döküntüsü; kırılıp savrulan saman; başak çıkmadan önceki taze yapraklar; içi boş kapçıktan ibaret kalan tane gibi mânalar verilir.

Burada şöyle bir tablo tasvir edilmektedir: İçinde serâpâ taze ekin bulunan bir tarla var. Bu tarlaya aç hayvanlar girmişler, sağa sola saldırıp yemişler, her tarafı hurdahaş çiğnemişler ve hepsini berbat etmişler. Bu tablo, onların hayvanların istilasına uğramış bu taze ekin gibi kırılıp serilişlerini tasvir eder. Bir de “yenmiş olmak” neticesinden, onların “gübre haline geldikleri, sonra da kuruyup parçaları darmadağınık olduğu” mânası da anlaşılabilir. Bu tabloda, helak edilen insan ve fil leşlerinin kokuşup dağılması gübre parçalarına benzetilmiştir. Fakat Kur’an’ın nezâhet üslubu, ifadenin nezahetini muhafaza ederek neticeyi başlangıcıyla beyân buyurmuştur. Nitekim “İsa ve anası her ikisi de diğer insanlar gibi yemek yerlerdi” (Mâide  5/75) sözü, “büyük abdestlerini yaparlardı” mânasına hadesten kinaye olduğu halde, Kur’an’ın eşsiz nezâhet üslubu dolayısıyla böyle ifade buyrulmuştur.

“Yenmiş ekin yaprağı” ifadesinden anlaşılan bir diğer mâna ve bunun tasvir ettiği tablo şöyledir: Allah Teâlâ onları kurtçuklar yemiş, böcek yeniği olmuş ekin yaprağına çevirmiştir. Böyle ekin tane tutmaz. Çoğunlukla yenik yapraklar delik deşik olur. Böylece Fil ordusunun maksatlarına ermeden bedenlerinin delik deşik olması manzarası böyle yenik ekin yapraklarına benzetilmiştir. Ayrıca onların kurtlar, böcekler, mikroplar tarafından yenilerek çürüyüşlerine işaret edilmiştir.

İşte sonsuz kudret sahibi  Allah Teâlâ, Fil ordusunu böyle akıllara gelmez şaşırtıcı ve çabuk bir şekilde bir “yenilmiş ekin” gibi yapıverdi. Karşılarında açıkça karşı koyacak bir kuvvet görmeyen, fillerine ve çokluklarına güvenerek istedikleri gibi Kâbe’yi yıkacaklarını zanneden istilacı bir orduyu böyle semavi bir afet ile yenik bir ekin yaprağı gibi ansızın yerlere serip perişan ediverdi. Bunu böyle yapan Allah’ın, dilediği zaman onların benzerlerine de bu kabilden hatırlara gelmez, tasavvur olunmaz belalar, azaplar verebileceğinde ve bu kudret sahibinin dinine ve Peygamberine karşı gelenleri dünyada mağlup edip âhirette cehennemin dibine geçireceğinde asla şüphe yoktur.

Cenâb-ı Hakk, Kâbe’yi kendisine kulluk mekânı olarak kudsî ve mübârek kılmıştı. Bunun için onu ilâhî muhâfaza altına al­mıştı. Ebrehe’nin Beytullâh’a karşı yaptığı bu saygısızlığa verilen ceza, ister Kâbe olsun ister onun birer şubesi mâhiyetindeki diğer cami ve mescitler olsun, kıyâmete kadar aynı şe­kilde yapılacak diğer hareketler için de bir tehdit mâhiyeti taşımaktadır. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Allah’ın mescitlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve ibâdet yerlerinin harap olmasına çalışandan daha zâlim kim olabilir! Böylelerinin, oralara korku içinde girmekten başka bir hakkı olamaz. Onlara dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.” (Bakara 2/114)

Zulmünü iyice şiddetlendiren Ebrehe, netîcede kendisinde nihâyetsiz bir kuvvet ve azamet olduğu vehmine kapılmıştı. Buna mukâbil Allah Teâlâ onu, çöllerdeki arslan, kaplan veya zehirli yılan gibi dehşet verici güçlü mahlûklarla değil, çok güçsüz ve zayıf varlıklar olan kuşların attığı nohuttan küçük taşlarla helâk etti. Nitekim Allah Teâlâ, Firavun, Nemrut ve Câlût gibi mütekebbirleri hep onlardan küçük ve güçsüz görünen varlıklarla helâk ederek, onların hakîkatte ne kadar âciz varlıklar olduklarını ve kibirlerinin mânasızlığını ortaya koymuştur.

Bu dehşet dolu ilâhî mûcizenin tahakkuk ettiği yıla da “Fil Senesi” denildi.  “Fil Senesi” Kureyşliler arasında bir nevî târih başlangıcı olarak kullanıldı. Şu rivayet, bunun güzel bir misâlidir:

Kubaş b. Üşeym:

“–Ben ve Peygamber (s.a.s.), Fil senesinde doğduk” demişti.

Osman bin Affân (r.a.) ona:

“–Sen mi daha büyüksün, yoksa Pey­gamberimiz (s.a.s.) mi daha büyük?” diye sordu.

Mübârek sahâbî, şu edeb ve incelik dolu karşılığı verdi:

“–Peygamberimiz (s.a.s.) benden çok çok büyük­tür. Doğumda ise ben ondan daha eskiyim! Ben, fillerin tersini yeşil ve değişmiş olarak gördüm.” (Tirmizî, Menâkıb 2)

Şüphesiz Kâbe ile Kureyş arasındaki alaka, çok kadim ve oldukça derindir. Bu sebeple Allah Teâlâ, Kâbe’ye olan himayesinin Kureyşlileri yakından ilgilendirdiğini, dolayısıyla bu ilâhî lütfun farkında olup Resûlullah (s.a.s.)’in davetine uymaları gerektiğini bildirmek üzere şimdi Kureyş sûresi gelmektedir:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Fil Sûresi Ayetler:

1 - 5

https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/kaf-suresinin-tefsiri-195001-m.jpg
Kaf Suresinin Tefsiri

Kâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ق (Kāf) harfinden alır. Resmî tertîbe göre 50, iniş sırasına göre 34. sûredir. ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2020/03/yasin-suresinin-okunusu-ve-anlami-171428-m.jpg
Yasin Suresinin Okunuşu ve Anlamı

Yasin suresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayettir. İsmini birinci ayette geçen يٰسٓ (Yasin) kelimesinden alır. Resmî sıralamada 36, nüzul (İniş) sırası ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-46-ayeti-ne-anlatiyor-194995-m.jpg
Enam Suresinin 46. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/hz-ibrahim-as-ile-ilgili-ayetler-194966-m.jpg
Hz. İbrahim (a.s.) ile İlgili Ayetler

İbrâhim Âleyhisselâm; Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın müştereken kabul ettiği büyük peygamberdir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’den (a.s.) birçok ...